10 Ağustos 2016 Çarşamba

TÜRKİYE'NİN SURİYELİ GELECEĞİ

Başlığı atarken çok düşündüm Suriyeli Mülteciler mi, Suriyeli Geçici Korunanlar mı diye atsam diye. Sonunda kararı Türkiye’nin Suriyeli Geleceği diye atmakta karar kıldım. Nitekim Türkiye’nin bir dış politika gerçeği olarak Suriye politikası olmakla birlikte bir de dış politikadan iç politika haline gelmiş ve iç içe geçmiş bir Suriyeliler gerçeği bulunmaktadır. Bunun adına Mülteci politikası denmektedir.
            Mülteci terimi BM’nin yapmış olduğu tanımla "ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişi"dir. Bu tanımdan yola çıkarak işin hukuki kısmına biraz eğilmek gerekmektedir. Yukarıdaki tanım aynı zamanda Türkiye’nin 1961 yılından beri taraf olduğu 1951- Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Konvansiyonu’nun da tanımıdır. Yani Mültecilik, sığınmacılık terimi için tanımda belirtilen kriterlerden birinin gerçekleşmesi gerekmektedir. İkinci dünya savaşının etkisi, öncesinde ve sonrasında gerçekleşen kitlesel göçler bu konvansiyonun oluşma nedenidir. Bununla birlikte 1951 yılındaki bu konvansiyon bu sebepten iki kıstas getirmiştir. “Zaman ve mekân sınırlaması kıstası” Zaman kıstası gereğince, 1951 yılından önce gerçekleşen olaylar için mültecilik tanımı olarak kabul edilirken, sonrası için bu tanım uygulanmıyordu. Mekân sınırlaması ise Avrupa’dan gelen ve Avrupa dışından gelen olarak ikiye ayrılmıştı. 1967 yılında gerçekleştirilen New York protokolü ile ilk önce zaman kısıtlaması kaldırılmış daha sonra mekân kısıtlaması da kaldırılmıştır. Ancak New York Protokolü’nü 1968 yılında onaylayan ülke olan Türkiye zaman kısıtlamasını kaldırırken mekân kısıtlamasını şu ülkelerle birlikte devam ettirmiştir: Kongo, Madagaskar ve Monako.
            Türkiye böylelikle Avrupa’dan gelenler için Mülteci statüsünü kullanırken örneğin; Suriye’den gelenler için bu terimi Şartlı Mülteci şeklinde kullanmaya başlamıştır. Bunu da 1961’den beri yapmaktadır. Yani yabancılara dair kanun ve iç mevzuatımızda bunlara sığınmacı-mülteci yerine bu tabir kullanılmaktadır. Türkiye’deki iç mevzuat gereği Mülteci sayılmak için hem Avrupa’dan gelmek gerekecek hem de daha önemlisi tanımda belirtilen ırk, din, milliyet, belli bir sosyal gruba mensubiyet ve siyasi düşünceden dolayı zulüm görme korkusu olacaktır. Peki, diğer insanlar ülkesine geri mi gönderilecek? Tabi ki hayır bu insanlar da uluslararası hukuk gereği geri gönderme yasağı denilen ilkeyle gönderilemeyecek bu tarzda olanlara da koruma sağlanacaktır.
            Mültecilik, şartlı mülteciliğin bir başka şartı ise kişisel nitelikte olmasıdır. Yani toplu bir şekilde olmamasıdır. Peki, Türkiye’ye toplu bir şekilde gelen Suriyelilerin durumu ne olarak adlandırılacaktı. Buna da yine uluslararası hukukta geçici korunanlar denmektedir. 2014 tarihindeki Geçici Koruma Yönetmeliğinde Suriyelilerin durumu açıklanmış ve herhangi bir ayrımcılığa tabi tutulmadan geçici korunan statüsünde yer almıştır. Ancak tüm Türkiye’de kullanımda yine de Mülteci-Sığınmacı olarak adlandırılmaktadır. Ayrıca yine Geçici Koruma Yönetmeliği’nin Avrupa versiyonunda bu tarih iki yıl ile sınırlandırılmıştır. Türkiye ise bu konuda herhangi bir tarih belirlememiştir.
           
Türkiye’nin geçici koruma ile ilgili olarak herhangi bir tarih belirlememesi ve bu konuda Avrupa tarafından eleştirilmesi, Geçici Korunanların, Mülteci olarak adlandırılması, Arap Baharı sonrasında Arap Baharından tamamen farklı bir hal alan ve diğer ülkelerin aksine savaş durumuna geçen Suriyeli insanlar için tamamen tüm dünya halkına örnek bir biçimde bir insan hakları argümanıdır. Nitekim 2011 Nisan ayında başlayan Suriye krizinde yine bu tarihte Türkiye’ye doğru 200-300 kişi ile başlayan göç dalgası şu an 2 milyonu bulmuş durumdadır. Ülke içerisinde ve diğer ülkelerle birlikte gerçekleşen göç dalgası 10 milyon civarında olurken bu geçmişten günümüze tüm dünyanın karşılaştığı en büyük göç dalgası olarak kabul edilebilir. Çünkü geçmişteki savaşlardan, iç çatışmalardan dolayı göç edenlerin sayısı bu rakamın çok altındadır. Bugün tüm dünyaya gelen Suriyeli sayısı yaklaşık 4 milyon civarında iken bunun yüzde ellisi Türkiye’de bulunmaktadır. Diğer büyük çoğunluk sırasıyla Lübnan, Ürdün, Irak ve Mısır’dadır. Peki, doğuya demokrasi getirme derdinde olan Amerika, Avrupa’da bu durum nasıldır. O bölgeleri hiç karıştırmamak daha iyi olmakla birlikte batı demokrasisi ve insan hakları sınıfta kalmıştır. Her ne kadar son zamanlarda dağdan taştan ses gelmeye başlamışsa da bu yine de çok cüzi bir miktardadır.
            Türkiye bu konuda batı demokrasisine insan hakları konusunda ders vermeye daha krizin başında başlamıştır. Suriyelilere kapısını açan Türkiye hem insanlığa hem de geleceğe yatırım yapmış ve Suriyelilerin gelecekte kadim dostu olma fırsatını elinden kaçırmamıştır. Ülkenin güneydoğu sınırında çadır kentler ve kamplar kurmuş, Gaziantep, Kilis, Adıyaman, Şanlıurfa ve Mardin gibi illerde yaşam alanları oluşturmuştur. Daha sonra Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nü kurarak yabancılar, mülteciler, geçici korunanlar konusuna ne kadar önem verdiğini göstermiş, yabancıların tüm işlemlerini bu yolla kolaylaştırmıştır. Ayrıca Geçici korunan kimlik belgesi ile Suriyelilere diğer yabancılara sağlanan kolaylıkları getirmiştir. Yine bu yolda harcanan para miktar olarak neredeyse dışarıdan yapılanın on katı civarındadır ki batının yaptığı yardım ancak 400 milyon dolar civarındadır.
            Türkiye’nin Suriye politikası içeriden ve dışarıdan eleştiri alsa da işin insan hakları boyutu çok önemlidir. Yapılmaya çalışılan her şeyden önce insanlık ve komşuluk gereğidir. Geçici koruma statüsünde olan Suriyelilerin farklı bir statüde ağırlanması bunun başka bir boyutudur. Nitekim Türkiye’nin tarihten gelen bağlılıkları Suriye ile olan ilişkilerin mihenk taşıdır. Eleştiriler noktasında Geçici Koruma Yönetmeliğine baktığımızda Geçici Korumanın şu sebeplerle sonlandığı görülmektedir: Geçici korunanın kendi isteğiyle Türkiye’den ayrılmaları, geçici korunanın üçüncü bir ülkenin korumasından faydalanması, geçici korunanın insani nedenlerle veya yeniden yerleştirme kapsamında gitmesi, geçici korunanın ölmesi. Bu kriterler bile Türkiye’nin eleştirilere rağmen insan haklarına verdiği öneme atıftır.
            Uluslararası İlişkiler bağlamında ise yarın yani gelecekte Suriye’deki iç savaşın sona ermesi, batının deyimiyle demokrasinin yerleşmesi sonucunda Türkiye’nin kucak açtığı Suriyeliler, burada dünyaya gelen insanlar ülkesine döndüğünde Türkiye’nin kardeş ülke olduğunu unutmayacağından bu insan hakları ölçütlü dış politika bir nevi geleceğe de yatırım olacaktır. Yani dış politika geleceğe yönelik geçmişle ilintili ve iç politikadan bağımsız bir politika değildir. Büyük fotoğrafı görmek çok çok önemlidir.
           
Peki, Suriyeliler politikası bağlamında herhangi bir süre kısıtlamasına tabi olmayan, ülkeden gönderilemeyen, ülke içerisinde demografik yapıya etki eden ve yeni bir nüfus birimi oluşturan bu insanların Türkiye’nin dezavantajına olmaması için neler yapılabilir? Bu konuda yer alan bu insanların temel sorunlarını çözmek, sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliğini arttırmak, Suriyelilerin akil insanlarından yararlanmak, dünya ülkelerinin katılımını arttırmak, eğitim, kültür camiaları ile hareket etmek gerekmektedir. Yine eğitim faaliyetlerine önem vermek gerekmekte ve bu konuda bir neslin heba olduğunu da gözden kaçırmamak gerekmektedir. Nitekim Suriye krizinin başlangıcından günümüze dört yılı aşkın bir süre geçmiştir. Bu insanların eğitim problemini çözmez isek geçicilik statüsü bir gün kalıcılık statüsüne dönüştüğü zaman eğitimsiz bir nesil meydana getirmiş oluruz. Veyahut bu insanlar kendi ülkesine döndüğü vakit kendi ülkelerini yönetecek kabiliyete erişemezler ve bu komşuluk ilişkimizden tutun da insan haklarına kadar büyük bir probleme gebe kalır. Hal böyle olunca da Batının Demokles Kılıcı üzerlerinden eksik olmaz.
            Unutulmamalıdır ki Suriye sorununun ne zaman biteceği meçhul bu sebeple ülkemizde yaşayan insanlara geçicilik değil de kalıcılık misyonuna göre entegre bir süreç uygulanmalı kalırsa kalır kalmazsa yine kalır parolası ile geleceğe de yatırım yapılmış olur. Bu insanlar gelecekte bir gün minnetle andıkları bu toprakların insanına gerektiğinde kucak açma erdemini de gösterecektir. Dünyada hangi ülkenin başına ne geleceği bilinmez önemli olan evrensel hukuku uygulamak ve insan olmak, insanca yaşamak ve de yaşatmaktır.
             
             

            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder