Başlığı atarken çok düşündüm Suriyeli Mülteciler mi,
Suriyeli Geçici Korunanlar mı diye atsam diye. Sonunda kararı Türkiye’nin
Suriyeli Geleceği diye atmakta karar kıldım. Nitekim Türkiye’nin bir dış
politika gerçeği olarak Suriye politikası olmakla birlikte bir de dış
politikadan iç politika haline gelmiş ve iç içe geçmiş bir Suriyeliler gerçeği
bulunmaktadır. Bunun adına Mülteci politikası denmektedir.
Mülteci terimi BM’nin yapmış olduğu
tanımla "ırkı, dini, milliyeti, belli bir
sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği
konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu
nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişi"dir. Bu tanımdan yola
çıkarak işin hukuki kısmına biraz eğilmek gerekmektedir. Yukarıdaki tanım aynı
zamanda Türkiye’nin 1961 yılından beri taraf olduğu 1951- Mültecilerin Hukuki
Durumuna Dair Cenevre Konvansiyonu’nun da tanımıdır. Yani Mültecilik,
sığınmacılık terimi için tanımda belirtilen kriterlerden birinin gerçekleşmesi
gerekmektedir. İkinci dünya savaşının etkisi, öncesinde ve sonrasında
gerçekleşen kitlesel göçler bu konvansiyonun oluşma nedenidir. Bununla birlikte
1951 yılındaki bu konvansiyon bu sebepten iki kıstas getirmiştir. “Zaman ve mekân
sınırlaması kıstası” Zaman kıstası gereğince, 1951 yılından önce gerçekleşen
olaylar için mültecilik tanımı olarak kabul edilirken, sonrası için bu tanım
uygulanmıyordu. Mekân sınırlaması ise Avrupa’dan gelen ve Avrupa dışından gelen
olarak ikiye ayrılmıştı. 1967 yılında gerçekleştirilen New York protokolü ile
ilk önce zaman kısıtlaması kaldırılmış daha sonra mekân kısıtlaması da
kaldırılmıştır. Ancak New York Protokolü’nü 1968 yılında onaylayan ülke olan
Türkiye zaman kısıtlamasını kaldırırken mekân kısıtlamasını şu ülkelerle
birlikte devam ettirmiştir: Kongo, Madagaskar ve Monako.
Türkiye
böylelikle Avrupa’dan gelenler için Mülteci statüsünü kullanırken örneğin;
Suriye’den gelenler için bu terimi Şartlı Mülteci şeklinde kullanmaya
başlamıştır. Bunu da 1961’den beri yapmaktadır. Yani yabancılara dair kanun ve
iç mevzuatımızda bunlara sığınmacı-mülteci yerine bu tabir kullanılmaktadır. Türkiye’deki
iç mevzuat gereği Mülteci sayılmak için hem Avrupa’dan gelmek gerekecek hem de daha
önemlisi tanımda belirtilen ırk, din, milliyet, belli bir sosyal gruba
mensubiyet ve siyasi düşünceden dolayı zulüm görme korkusu olacaktır. Peki,
diğer insanlar ülkesine geri mi gönderilecek? Tabi ki hayır bu insanlar da uluslararası
hukuk gereği geri gönderme yasağı denilen ilkeyle gönderilemeyecek bu tarzda
olanlara da koruma sağlanacaktır.
Mültecilik,
şartlı mülteciliğin bir başka şartı ise kişisel nitelikte olmasıdır. Yani toplu
bir şekilde olmamasıdır. Peki, Türkiye’ye toplu bir şekilde gelen Suriyelilerin
durumu ne olarak adlandırılacaktı. Buna da yine uluslararası hukukta geçici
korunanlar denmektedir. 2014 tarihindeki Geçici Koruma Yönetmeliğinde
Suriyelilerin durumu açıklanmış ve herhangi bir ayrımcılığa tabi tutulmadan
geçici korunan statüsünde yer almıştır. Ancak tüm Türkiye’de kullanımda yine de
Mülteci-Sığınmacı olarak adlandırılmaktadır. Ayrıca yine Geçici Koruma
Yönetmeliği’nin Avrupa versiyonunda bu tarih iki yıl ile sınırlandırılmıştır.
Türkiye ise bu konuda herhangi bir tarih belirlememiştir.
Türkiye’nin geçici koruma ile
ilgili olarak herhangi bir tarih belirlememesi ve bu konuda Avrupa tarafından
eleştirilmesi, Geçici Korunanların, Mülteci olarak adlandırılması, Arap Baharı
sonrasında Arap Baharından tamamen farklı bir hal alan ve diğer ülkelerin
aksine savaş durumuna geçen Suriyeli insanlar için tamamen tüm dünya halkına
örnek bir biçimde bir insan hakları argümanıdır. Nitekim 2011 Nisan ayında
başlayan Suriye krizinde yine bu tarihte Türkiye’ye doğru 200-300 kişi ile
başlayan göç dalgası şu an 2 milyonu bulmuş durumdadır. Ülke içerisinde ve
diğer ülkelerle birlikte gerçekleşen göç dalgası 10 milyon civarında olurken bu
geçmişten günümüze tüm dünyanın karşılaştığı en büyük göç dalgası olarak kabul
edilebilir. Çünkü geçmişteki savaşlardan, iç çatışmalardan dolayı göç edenlerin
sayısı bu rakamın çok altındadır. Bugün tüm dünyaya gelen Suriyeli sayısı
yaklaşık 4 milyon civarında iken bunun yüzde ellisi Türkiye’de bulunmaktadır.
Diğer büyük çoğunluk sırasıyla Lübnan, Ürdün, Irak ve Mısır’dadır. Peki, doğuya
demokrasi getirme derdinde olan Amerika, Avrupa’da bu durum nasıldır. O
bölgeleri hiç karıştırmamak daha iyi olmakla birlikte batı demokrasisi ve insan
hakları sınıfta kalmıştır. Her ne kadar son zamanlarda dağdan taştan ses
gelmeye başlamışsa da bu yine de çok cüzi bir miktardadır.
Türkiye bu
konuda batı demokrasisine insan hakları konusunda ders vermeye daha krizin
başında başlamıştır. Suriyelilere kapısını açan Türkiye hem insanlığa hem de
geleceğe yatırım yapmış ve Suriyelilerin gelecekte kadim dostu olma fırsatını
elinden kaçırmamıştır. Ülkenin güneydoğu sınırında çadır kentler ve kamplar
kurmuş, Gaziantep, Kilis, Adıyaman, Şanlıurfa ve Mardin gibi illerde yaşam
alanları oluşturmuştur. Daha sonra Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nü kurarak
yabancılar, mülteciler, geçici korunanlar konusuna ne kadar önem verdiğini
göstermiş, yabancıların tüm işlemlerini bu yolla kolaylaştırmıştır. Ayrıca Geçici
korunan kimlik belgesi ile Suriyelilere diğer yabancılara sağlanan kolaylıkları
getirmiştir. Yine bu yolda harcanan para miktar olarak neredeyse dışarıdan
yapılanın on katı civarındadır ki batının yaptığı yardım ancak 400 milyon dolar
civarındadır.
Türkiye’nin
Suriye politikası içeriden ve dışarıdan eleştiri alsa da işin insan hakları
boyutu çok önemlidir. Yapılmaya çalışılan her şeyden önce insanlık ve komşuluk
gereğidir. Geçici koruma statüsünde olan Suriyelilerin farklı bir statüde
ağırlanması bunun başka bir boyutudur. Nitekim Türkiye’nin tarihten gelen
bağlılıkları Suriye ile olan ilişkilerin mihenk taşıdır. Eleştiriler noktasında
Geçici Koruma Yönetmeliğine baktığımızda Geçici Korumanın şu sebeplerle
sonlandığı görülmektedir: Geçici korunanın kendi isteğiyle Türkiye’den
ayrılmaları, geçici korunanın üçüncü bir ülkenin korumasından faydalanması,
geçici korunanın insani nedenlerle veya yeniden yerleştirme kapsamında gitmesi,
geçici korunanın ölmesi. Bu kriterler bile Türkiye’nin eleştirilere rağmen
insan haklarına verdiği öneme atıftır.
Uluslararası
İlişkiler bağlamında ise yarın yani gelecekte Suriye’deki iç savaşın sona
ermesi, batının deyimiyle demokrasinin yerleşmesi sonucunda Türkiye’nin kucak
açtığı Suriyeliler, burada dünyaya gelen insanlar ülkesine döndüğünde
Türkiye’nin kardeş ülke olduğunu unutmayacağından bu insan hakları ölçütlü dış
politika bir nevi geleceğe de yatırım olacaktır. Yani dış politika geleceğe
yönelik geçmişle ilintili ve iç politikadan bağımsız bir politika değildir. Büyük
fotoğrafı görmek çok çok önemlidir.
Peki, Suriyeliler politikası
bağlamında herhangi bir süre kısıtlamasına tabi olmayan, ülkeden
gönderilemeyen, ülke içerisinde demografik yapıya etki eden ve yeni bir nüfus
birimi oluşturan bu insanların Türkiye’nin dezavantajına olmaması için neler
yapılabilir? Bu konuda yer alan bu insanların temel sorunlarını çözmek, sivil
toplum kuruluşlarıyla işbirliğini arttırmak, Suriyelilerin akil insanlarından
yararlanmak, dünya ülkelerinin katılımını arttırmak, eğitim, kültür camiaları
ile hareket etmek gerekmektedir. Yine eğitim faaliyetlerine önem vermek
gerekmekte ve bu konuda bir neslin heba olduğunu da gözden kaçırmamak
gerekmektedir. Nitekim Suriye krizinin başlangıcından günümüze dört yılı aşkın
bir süre geçmiştir. Bu insanların eğitim problemini çözmez isek geçicilik
statüsü bir gün kalıcılık statüsüne dönüştüğü zaman eğitimsiz bir nesil meydana
getirmiş oluruz. Veyahut bu insanlar kendi ülkesine döndüğü vakit kendi
ülkelerini yönetecek kabiliyete erişemezler ve bu komşuluk ilişkimizden tutun
da insan haklarına kadar büyük bir probleme gebe kalır. Hal böyle olunca da
Batının Demokles Kılıcı üzerlerinden eksik olmaz.
Unutulmamalıdır
ki Suriye sorununun ne zaman biteceği meçhul bu sebeple ülkemizde yaşayan
insanlara geçicilik değil de kalıcılık misyonuna göre entegre bir süreç
uygulanmalı kalırsa kalır kalmazsa yine kalır parolası ile geleceğe de yatırım
yapılmış olur. Bu insanlar gelecekte bir gün minnetle andıkları bu toprakların
insanına gerektiğinde kucak açma erdemini de gösterecektir. Dünyada hangi ülkenin
başına ne geleceği bilinmez önemli olan evrensel hukuku uygulamak ve insan
olmak, insanca yaşamak ve de yaşatmaktır.
