Çok sevdiğim bir kardeşim, eşi, okul çağındaki oğulları ve bir ağabeyim ile bin bir meşakkat neticesinde Gazze'ye varmıştık. Niyetimiz buradaki mazlum ve Müslüman kardeşlerimizle beraber olmak, acılarını paylaşmak, onların yanında olmak ve ümmetin onları unutmadığını kendilerine hatırlatmaktı!
Bombalarla yıkılmayan evlerden birine ağabeyim ile biz yerleşmiştik. Başka bir sağlam ev ise kardeşim ve ailesine kucak açmıştı. Bu ev bize, bu hallerinde bile ellerinde avuçlarında ne varsa vermiş, azıklarını paylaşmıştı. Yutkunarak ekmek parçasını çiğniyor, zorla boğazımızdan geçiriyorduk. Sanki bunca felaketi onlar değil, biz yaşamıştık. Onlar metanetli, biz ağlamaklı idik.
Geldiğimizden beri postal sesleri eksilmiyordu. Her geçen dakika ölüm ve zulüm getiriyordu. Bombaları üzerimizde hissediyorduk. Bizim eve düşmesi de an meselesi idi. Gergin bekleyişimiz sürüyordu. Güya bir şey yapmaya gelmiştik ama misafir olarak dua ediyor, sadece bekliyorduk. Neyi bekliyorduk? Bizi himaye eden aile ile birlikte dualar ediyor, Allah'a yalvarıyorduk. Ümmeti uyandırsın da birlik versin diye yakarıyorduk. Onlara yardıma gelen bizdik fakat onlardan daha gergindik. Onlar birer metanet timsali olarak her bomba sesinde bizi teskin ediyor ve sürekli elem neşrah okuyorlardı. Yedi yaşındaki Yasir'in sesi bize göklerden bir muştu gibi geliyor ve içimize, yüreğimize tesir ediyordu. Onlar için ölüm kavuşmak, onlar için şehadet bir kevser suyu idi.
Gazze'de hayat böyleydi. Her an şehit olunabilirdi. Aslına bakılırsa biz de bunun için buradaydık. Ümmetin sessizliğine ve kendi hayatımızın boşluğuna inat buraya gelmiş, şehadet şerbeti içmek istemiştik. Yani hem Gazze'yi hem kendimizi kurtaracaktık! Bir ateş çemberinin içindeydik. Sağımız ateş, solumuz dumandı. Şehadete ermek için gelmiştik ama her ateş edildiğinde, her bomba patladığında bir şeyin altına, yamacına saklanıyorduk. Gazzeli kardeşlerimiz sakindi, mutmaindi; çünkü onların kalpleri Allah ile doluydu. Onlar bizi teskin ediyor ve bağrına basıyordu. Meğerse biz kurtarmaya değil, kurtulmaya gelmişiz. Onlar dinleri, şerefleri, şehirleri, vatanları için İsrail mezalimine kafa tutuyor ve ümmetin de şerefini kurtarıyordu. Belki açlardı, belki mazlumlardı ama şerefleri, dinleri hâlâ dimdik ayakta duruyordu. Ölüm onlar için vuslattı. "Onlara ölüler demeyin; onlar diridirler, siz bilemezsiniz!" müjdesine mazhar olmak istiyorlardı. Ne büyük kurtuluş, ne büyük şerefti!
Sonunda kaldığımız eve ve diğerine de birer bomba isabet etmişti. Şimdi hep birlikte dışarıdaydık. Hiçbirimize bir şey olmamıştı ama kaçışıyorduk. Bir bilinmeze doğru yürüyorduk. İsrail askeri her yerdeydi. Bombalara karşı koyamıyorduk. Üstümüzde savaş kol geziyordu. Her yanı dumanlar kaplamıştı. Zalimler ateş ediyordu. Savunmasız çocuklara ateş ediyordu. Artık Gazze'de saklanacak yer kalmamıştı. Son bina da yerle bir olmuştu. Her yanımız yıkık döküktü.
Nihayet bir sütre gerisi bulmuştuk. Fakat arkadaşımı, ağabeyimi bu hengamede kaybetmiştim. Şehit mi olmuştu acaba; bilmiyordum. Birden çok sevdiğim diğer kardeşimi görmüştüm. Biraz önce kaybetmiş ve yeniden bulmuştum. Ailesini sakladığını söylüyordu. Bunu söylerken bile utanıyordu. "Biz buraya ailecek şehadete geldik ağabey!" diyordu. İmanlıydı. Türkiye'de iken Gazze meselesini çevremdeki herkesten daha çok savunuyordu. Hem kendi hem eşi hem de çocuğu! Tanıdığım en şerefli kişi, en şerefli aileydi. Ama gözleri doluydu kardeşimin. Hem İslam için, hem Gazze için, hem eşi hem de çocuğu için! Eşi kanserdi. Altı ay ömrü kalmıştı. Tedavisini yarım bırakmış ve buraya koşmuştu. Eşine, "Seni ve İslam'ı bırakamam, ümmetin izzeti için seninleyim!" demişti. Ne izzetli bir aileydi.
Zalim askerler her yanımızı sarmıştı. Artık sütre gerisi bulmak çok zordu. Herkes bir yere kaçışıyordu. Çocuklar sapan taşlarıyla bombalara karşı koyuyordu! Biz neden eli boştuk, neden buraya gelmiştik? Neden elimizde bir sapan taşı dahi yoktu? Bir kıyamettir Gazze'de kopuyordu. Ve vurulmuştuk. Kardeşim dileğine nihayet o anda kavuşmuştu. Sesi soluğu kesilmişti. Ben hâlâ yaşıyordum. Yaşıyor muydum? Yediğim kurşunlar beni şehit etmeye yetmemişti. Kardeşime bir, kendime iki üzülüyordum.
Gazzeli bir doktor kurşunları çıkarmıştı. Nasıl olduğunu bilmiyordum ama gözlerimi açtığımda kendimi yeniden Türkiye'de bulmuştum. O sevgili kardeşim şimdi neredeydi, ailesi neredeydi? O dostum, o ağabeyim neredeydi? Ben neden çabucak iyileşmiştim. Her şey karmakarışıktı. Her şey iç içe geçmişti; sanki bir hayal gibi...
Bir şadırvanda abdest alıyordum. Allah Allah diyordu; o şehit kardeşim de benimle birlikte abdest alıyordu. Abdesti bitince bana dönüp şöyle demişti: "Allah yolunda öldürülenlere 'ölüler' demeyin. Bilakis onlar diridirler; fakat siz bilemezsiniz."
Nihayet uyanmıştım. Kan ter içerisindeydim. Evet, her şey iç içe geçmişti. Her şey karmakarışıktı. Aynen Gazze gibi! Bu bir hayaldi; ama en acı bir gerçekti. Düşümde bile bu hale zor dayanmıştım. Ümmetin buna nasıl dayandığını düşünürken birden ezan sesini işitmiştim. Vakit imsak vaktiydi. Sahuru kaçırmıştım belki ama ümmetin kaçırdığından fazlası değildi. Diriliş ne zamandı? Gazze ne zaman kurtulacak, ümmet ne zaman kendini kurtaracaktı? Zulme rıza zulüm değil miydi; hem zulüm karşısında susan dilsiz şeytan değil miydi? Peki bu halimiz niceydi!
